GLASUVA NA POMAČİ ......POMAK HALKININ SESİ
Uye olarak desteklerimizi sunalim.

Join the forum, it's quick and easy

GLASUVA NA POMAČİ ......POMAK HALKININ SESİ
Uye olarak desteklerimizi sunalim.
GLASUVA NA POMAČİ ......POMAK HALKININ SESİ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Katledildiğimiz 17 Ağustos...

Aşağa gitmek

Katledildiğimiz 17 Ağustos... Empty Katledildiğimiz 17 Ağustos...

Mesaj tarafından pomaklar.com Çarş. Ağus. 15, 2007 7:38 pm

Katledildiğimiz 17 Ağustos... 5000000003665504

Katledildiğimiz 17 Ağustos...

Takdir-i ilahi diyen, kader diyen riyakârlara aldanmayalım. Örgütlenelim. Can güvenliğimiz için, çocuklarımızın can güvenliği için mücadele edelim.


Katledildiğimiz 17 Ağustos...
Ve beklenen 17 Ağustoslar...



17 Ağustos 1999
Saat 03.02

Sarsıldık.
Düzen bir enkaz
olup çöktü üzerimize.
40 bin insanımız öldü.

8 yıl geçti. Suçlular hâlâ
cezalandırılmadı.
Sorumlular
hâlâ iktidarda.



Bizi susuz bırakıp, ardından da gözümüzün içine baka baka diyorlar ki, nehirleri biz mi kuruttuk... Diyorlar ki, Allah'ın takdiri... 17 Ağustos 1999 depreminde de öyle demişlerdi: "Takdir-i ilahi"...

Ölen biziz, enkaz altında kalan biziz, evsiz kalan biziz, susuz kalan biziz ve bunun müsebbibi olanlar, suçu "ilahi takdire" yükleyip, aradan sıyrılıyorlar. Deprem veya kuraklık veya sel veya çığ veya salgın hastalık; bakış açısı hep aynı, politika hep aynı... Önlemleri almakla yükümlü olanlar görünmez ortalıkta. Hiçbir savcı, hakim, yakasına yapışmaz onların.

"Nerde bu devlet?"

Ne çok sorulmuştu bu soru o günlerde. Sorulmuştu ve bir türlü bulunamamıştı o devlet. Aslında sözkonusu olan halkı bekleyen bir felaket ise eğer, devleti bulmak belki de hiç mümkün olmuyor.

Bakın, büyük İstanbul depremi "geliyorum" diye bağırıyor. Ama devlet yine yok ortada. Milyonlar ölümü bekliyor ve devlet umursamıyor.

Ne gerekli bütçeyi ayırıyor, ne gerekli personeli. Önlem alınmalı diyen sesler, İstanbul semalarında asılı duruyor...

"Sesimi duyan var mı?.."

Yerle bir olan binalardan arta kalan enkaz yığınlarının arasından en çok yankılanan çığlıklardan biri de buydu. Ne çok yankılanmış ve ne çok cevapsız kalmıştı.
*
Ey büyük deprem, 17 Ağustos saat 03.02'de gelen felaket; sen ne çok canlar yaktın? Ne kadar çok kanattın içimizi?

Kağıttan kuleler gibi bir anda yıkılıp gitti beton evler, arasındaki herşeyi ezerek üst üste bindi katlar.

Gülüşleri yarım kalan çocuklar, çocuksuz kalan ana-babalar... Ana-babasız kalan çocuklar; henüz doğuramadan enkazın altında iki can birden veren hamile analar... Beşiktekinden yaşlısına, tekmili birden yok olan aileler.. Tüm ailesinin toprak altına gömülüşüne tanıklık etmek zorunda kalan "şanssız şanslı"lar... Ah 17 Ağustos ah... Sana ne demeli..

Söyle ey tabiat ana; yok mu hiç kabahatın bütün bu olup bitenlerde? Peki öyleyse, bunca olana ne diyelim? Kader mi?

Ve nasıl bir şeydir ki bu 'kader', hep yoksul halka keser faturasını?.. Nasıl bir şeydir ki, hep bozuk yazar yoksulun alın yazısını...

Gözlerim dalıp dalıp gidiyor o güne... Çocukların, kadınların, hayvanların çığlıkları yankılanıyor kulaklarımda.

Viran olmuş şehirler geliyor gözlerimin önüne... Kocaeli, Gölcük, Yalova, Adapazarı...

Gün akşama, akşam geceye dönmüş. İnsanlar günlük koşuşturmacanın telaşından çıkmış, ertesi güne hazırlanmanın derdindeler. Kimisi misafirlikteydi o gece, kimisi misafir ağırlıyordu, televizyon izlemişti kimi, belki kimi "bir tek atmış", kimi dışarıda dolaşmıştı biraz. Çoğu dertler tasalar arasında kendini yatağa atmış, uykusuz gözlerine derman arıyor.

Ama yine de bu gece olağan bir gece değil.

Yıldızlar ne kadar da parlak bu gece. Ya köpeklerden tavuklara, binbir çeşit mahlukatın bu huzursuz, garip halleri... Sonra suyun rengi... Ama işte yine de kimin aklına gelirdi ki... Kim düşünebilirdi ki böylesini...

Saatler gece yarısını çoktan geçmiş... Saatlerin tik takları değil, yerkürenin tiktaklarıyla sayılıyor şimdi zaman...

Ve yelkovan 03.02'nin üstüne geldiğinde, dipten gelen dalga, toprağın üstünde ne varsa vurup sallıyor. Yerin altından gelen uğultu kasırgaya dönüşüyor yerin üstünde.

Hesaplaşma saati mi geldi yoksa?... Ve fakat kiminle bu hesaplaşma? Yoksul, fakir, garip halkla mı?

Sesler çığlık olmuş göğe yükseliyor. Kulakları yırtıyor acı inlemeler. Ya bu ağlayan çocuk kimin? Peki şu binadan gelen sese kim cevap verecek?.. Kim, kim, kim?

Yürek yaralı bir kuş gibi titrek. Fakat ne ağlamaya, ne korkmaya zaman yok. Zaman yok ölmeye bile... Asfalt yollar su kanalları gibi yarılmış. Koca şehir savaştan yeni çıkmış gibi. Sanki gün boyu obüslerle yerle bir edilmiş.

İçme suyu şebekeleri, lağım kanallarıyla karışmış, birlikte denizde yüzüyorlar. Elektrik yok, su yok, ulaşım yok, ambulans yok, yardıma gelen yok... Yok yok yok!

Şehir ölüm soluyor. Soluk bir ölüm teslim alıyor şehri. Ve ölüler çoğalıyor. Hava sıcak, ölü çok. Ölüler kokmaya yüz tutuyor kısa sürede.

Bu nasıl toplu kıyımdır ki, onbinleri bir gecede silip götürür.

Şimdi biz kadere mi yanalım?! Yoksa "çok şükür ucuz atlattık" mı diyelim? "Allah daha beterinden korusun" deyip, bu beteri sineye mi çekelim?! Geride kalan canlar yaşıyor diye mi sevinelim?

Peki bu hesapta, çarpık düzenin çarpık zihniyetinin hiç mi payı yok?!

Ya, çarpık düzenin, çarpık köşe dönmeci zihniyetiyle evler diken müteahhitlere ne demeli? Deniz kumu ile harç yapan, kolonlara eksik demir koyan, o da yetmedi, harçtan tasarruf yapıp, boşalan çimento torbalarını harç niyetine temellere, kolonlara sıkıştıranlar... Suçsuz mu?

Ya belediyeler? Kör müydünüz, sağır mıydınız bu tabutluklar inşa edilirken, yoksa paranın şavkı mıydı gözünüzü körelten?

Ya hükümetler, siz ne yapıyordunuz bunca zaman? "İnşaat sektörü" büyüyor diye, büyük yolsuzluklara, imar düzensizliklerine göz yuman, sömürü düzenini sürdürmek için gecekondulaşmaya zemin hazırlayan hükümetler değil miydi? Onlar da mı suçsuz? "Kapitalizm öldürür!" dedikleri bu olsa gerek. Bir çığ gibi, önüne kattığını sürüp götürüyor. Yüksek akımlı elektrik gibi, çarptığını öldürüyor.

17 Ağustos! Ey büyük deprem, halkımın büyük felaketi!

Seni unutmaya çalıştı insanlar, aynı acılara gark olmamak için. Ama ne mümkün!!! Öyle ocaklar söndürdün, öyle canlar yaktın ve öyle büyük bir yıkım yarattın ki, hâlâ içimiz yanıyor, yüreğimiz kanıyor.

Aradan yıllar geçti. Senden sonra doğan çocuklar okula başladılar çoktan. Belki seni tanımayan da var içlerinde.

Bilim insanları, senin yine geleceğini söylüyorlar. Belki başka bir günde, belki bu yıl ya da öteki... olmazsa sonraki, ama mutlaka...

Sana karşı "takdir-i ilahi" diyenler, senin için hiçbir önlem almamakta kararlı. Sen, yerle bir etmişken şehirlerimizi, koynuna almışken 40 binimizi, dünyanın birçok yerinden gelen yardımları, yardıma muhtaç olanlara vermeyip iç edenlerden, "deprem vergisi" koyup, halktan topladıklarını depreme karşı önlem almaya değil de, kendi bütçe ihtiyaçları için kullananlardan da bu beklenir zaten.

Yönetenler, "bekleneni" yapıyor. 70 milyon bekliyor!

Belki bu gelişin daha da pervasız olacak değil mi?

Tuzukuruların siteleri artık hep sana karşı dayanıklı inşa edilmekte. Tuzukuruların gamı tasası yok bu yüzden. Olan yoksula olacak.

Ama zaten sen gelmeden de evleri başlarına yıkılan, üzerlerini örten dört duvar bir çatının altında yiyecek ekmeğe muhtaç "çoğunluk", ne yapabilir ki sana karşı?

Ve şimdi biz buna da mı 'kader' diyeceğiz?!

Kendini akıllı, halkı aptal sananlar bu oyunu oynamaya devam edebilir. Ancak bu halk, bu 'zoka'yı daha ne zamana kadar yutar, işte orası hiç de belli olmaz...

Bir yekinir yerinden, öyle bir yekinir ki, alır sırtını yere getirir tuzukuruların da, 17 Ağustoslar'ın da... Getirir mi, getirir. Yerin altından gelen dalga, bu kez, yerin üstündeki hırsızları, namussuzları, işbirlikçileri savurup süpürür denize. Bu toplumsal deprem, enkazlar, ölümler değil, yeniden doğan bir ülke getirir bize.

***
İstanbul'da deprem açısından yüksek riskli bölgelerde
7 milyon kişi yaşıyor. Bunların yer değiştirmesi
gerekiyor ve bunun maliyeti, 15-20 milyar dolardır. Nerden bulunacak diyorlar? Oysa, batık bankaları kurtarmak veya savaş uçakları almak için bundan daha fazlasını harcadılar. Halka gelince yok!
***
Beklemeyelim.
Bize reva görüleneboyun eğmeyelim. Takdir-i ilahi diyen, kader diyen riyakârlara aldanmayalım.
Örgütlenelim.
Can güvenliğimiz için, çocuklarımızın can güvenliği için mücadele edelim.
Beklenen 17 Ağustoslar'a hazırklıksız yakalanmamak için, 17 Ağustos 1999'u
unutma!



Adı Veli Göçer. Mesleği müteahhitlik. O bir "günah keçisi"; 40 bin kişinin ölümünden sorumlu olanları korumak ve kollamak için düzenin birinin boynunu vurup kalabalıkların önüne atması lazımdı. O da Veli




yürüyüş
pomaklar.com
pomaklar.com
Admin
Admin

Erkek
Mesaj Sayısı : 1529
Yaş : 51
Yaşadığınız Yer - Doğum yeri : Pomakistan
İşiniz : Yazar,araştırmacı),Siyaset
Ad Soyad & İme Prezime : Pomaklar.com
Tesekkur : 42
Puan : 1647
Kayıt tarihi : 27/05/07

Character sheet
Blog: test

http://pomaknews.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz